Alevilik Nedir (Alevi Islam Din Hizmetleri – CEM Vakfi)

ALEVİLİK NEDİR ( Alevi Islam Din Hizmetleri – CEM Vakfi )

ALEVİLİK TÜM YARATILMIŞI KUCAKLAR

Alevi İslam anlayışı; İslamiyet’in Kuran’a dayalı, Hz. Muhammed’in buyruklarına göre İslam’ı evrensel boyutuyla yorumlayıp, insanlığa yeni kapılar açan büyük düşünce felsefesine yol veren, ilahi Tasavvuf anlayışı ile hayat bulan bir inanç bütünlüğüdür. Hiçbir şekilde ırk, renk ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın, yeryüzünde yaşayan tüm insanların, hatta tüm canlıların yüce yaratanın tecellisi olarak görülmesi, ilkesinden hareketle, tüm yaratılmışların aynı kutsal değerde olduğunu savunan ince tasavvuf anlayışında yaşamın anlamı; kâinatla beraber tüm canlılar, Tanrı’nın özünden yaratılmıştır. Bu nedenle hiçbir şekilde, hiçbir insanın, hiçbir canlının bir diğerine üstünlüğü söz konusu olamaz. Her şey birbirini tamamlar.

Alevi İslam anlayışı; Hoca Ahmet Yesevi, Ebul Vefa, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Mevlana, Pir Sultan Abdal ve Anadolu erenleri, Kuran’ı en iyi yorumlayan hikmet sahibi velilerin görüşlerinden

ilham alarak, hayat alanı bulmuştur. Anadolu’yu İslamlaştıran bu yorumdur. Anadolu’dan da Balkanlara ve Budapeşte ye kadar giden İslam anlayışıdır. Kuran-ı Kerim’in Maveraünnehir’deki Türk kavimlerince uygulanan, yorumlanan oradan da göçler yoluyla, yol boyunca gördüğü güzellikleri de içerisine katarak, Anadolu’da serpilen gerçek kimliğini bulan ve Viyana’ya kadar giden İslam anlayışının adıdır. Alevilik; bu anlayışı ile, özünü insan sevgisinde bulan, Tanrının insanda tecelli ettiğine, Tanrının zerresinden oluştuğuna inanan, İnsanı incitenin, Tanrıyı incitmiş gibi sayılacağına, Tanrının tüm âlem Tanrısı, Kuran’ın tek muhatabının insan olduğuna, “Yasin!” yani “ey insan” diye hitap edip, insanın rengine, ırkına, kavmine göre ayrımın yapılmadığı ve herkesi kucakladığına inanmanın adıdır.

 

Kadın erkek ayrımı yapmadan, Kuran’ı sazıyla, semahıyla, yorumlayıp yaşamanın adıdır Alevilik; Ayrım yapmamanın ve her varlık da, Tanrının mevcudiyetini gören “Vahdeti Vücut esasına dayanan inanç sistemi”dir.

 

“Ete kemiğe büründüm, Yunus gibi göründüm” deyip Kuran’ın özüne inanmanın adıdır.

Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin tüm insanlığa örnek yaşamlarını kendilerine rehber edinen Alevi İslam anlayışına sahip Alevi, Bektaşi, Mevlevi ve Hatay Alevileri gibi çeşitli isimler altında bir topluluk olarak nitelendirilseler de özde aynı kaynaktan beslenmektedirler. Bir nehrin en berrak olduğu yer kaynağıdır. Bu kaynaktan beslenen, dünyada sayıları on milyonlarca olan, çok büyük bir kitle, bugün de aynı büyük erdemlere sahip olarak, çok geniş coğrafyalarda yaşamlarına devam etmektedirler. Alevi İslam anlayışı, İslamiyet içinde öyle bir yorumdur ki, daha ilk gün tebliğ edildiği andaki sıcaklığını taşır ve Alevi İslam anlayışına sahip milyonlarca insan da bu sıcaklığın beslediği bir tasavvuf anlayışıyla kainata bakar.

Alevi İslam anlayışı; İslamiyet’in Hz. Peygamber tarafından uygulanan ve yorumlanan şekli, Kur’anı Kerim’i de aklın öncülüğünde yorumlayarak, akıl ve mantığın rehberliğinde yaşamı düzenleyen bir anlayıştır. Yani her şeyin akıl süzgecinden geçerek rafine (saflaşmış) edilmiş hayat gerçeği..Ancak şüphesiz bunu söylerken aklı putlaştırmak gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Akıl ve inancın birlikteliği söz konusu..

Bu arada şüphesiz Alevilik temelde kendisine yol gösterici gerçek rehber olarak bildiği, Kur’an’ı Kerim’i, Hz. Peygamber’in yaşamını en iyi bilen ve yorumlayan yegâne varisi hakiki olan, Ehl-i Beyt’i seçmiştir.

Hz. İmam Ali, adaletiyle, insanları aydınlatmasıyla varlık bulandır. Çünkü, insanlar doğuştan eğer b,ilgi sahibi olsalardı, Allah, Peygamberleri vasıtasıyla kitap göndermezdi. Bugün Dede ve Baba dediğimiz Tasavvuf ateşinin yandığı mekânlar, kaynaklar olan ocak ve dergâhlarda pişen Aleviler, Bektaşiler, Mevleviler, Hatay Alevileri, yani Alevi İslam anlayışında olan tüm insanlara İslamiyet’in özü olan Alevi İslam yorumunun ilkeleri anlatılmış ve ibadetlerimiz de tüm güzelliği ile cemlerde bu şekliyle, insanlara aktarılmıştır. Bilgi ile aydınlatılmış, inanç ile yoğrulmuş, kendini bilen, ahlaklı, faziletli insan da yaradılışın da kendisine sunulmuş olan soyluluğunun bilinciyle donanmış olacaktır.

Temelini, güzel ahlaklı olma anlayışından alan, Alevi İslam inancına sahip insanlar, barış, hoşgörü, kardeşlik duygularıyla birbirine yaklaşıp, gönül kırmadan, kul hakkı yemeden, hesabını bu dünyada verebilme olgunluğuyla yaşayıp, bir erdemli insan olarak bu fani dünyadan bu olgun tavırlarla göçmeyi bu hale ulaşmayı hedeflerler. Amaç; eline, diline, beline sahip kâmil insan olmaktır.

ALEVİLİK, MAVERAÜNNEHİRDE Kİ TÜRK KAVİMLERİNİN YORUMUDUR

İslam, üç büyük yorumla hayat bulmuştur; Arap kavimlerinin yorumuna, Sünnilik, Farsların yorumuna; Şiilik, Türk kavimlerinin yorumuna da; Alevilik, denilmiştir. İster tek tanrılı semavi dinler, isterse çok tanrılı dinler olsun, iki ana kaynaktan beslenmişlerdir. Örf (kamu vicdanı), Nas (kitabi kaynak). Örfüyle bağdaşmayan din, yaşam hakkı bulamaz. Salt din yoktur. Her inanç bu kaynaklardan beslenmiştir.

Alevilik; tarihi gelişimi ve zaman süreci itibariyle: Kur’an’ı Kerim ve onu hayatlarında uygulayan Ehl-i Beyt soyunun , Maveraünnehir’deki Türk kavimlerine ilk elden anlatımı-yorumu- uygulaması sonucu hayata aktarılan ve bu gayretlerle gerçekleşen ve göçler sonucu, Küçük Asya denilen Anadolu’da hayatiyet ve gerçek kimliğini bulan, Viyana’ya kadar giden İslam anlayışının adıdır.

Türk yurtların da bu ışığı Ehl-i Beyt’ten sonra, o duru ve arı yorumunu, velayet makamında olan yani Veli dediğimiz Allah dostları günümüze kadar taşımışlardır.

Arap çöllerin de kılıç kokan, kin ve kan kokan, zulmü temsil eden inanç, nasıl oldu da buram- buram insan sevgisine dönüştü? Ve nasıl oldu da merkeze insan konulup, Allah’a giden yol insandan geçer anlayışı hâkim kılındı? Bu anlayış Allah ve peygamberden onay almış saf ve temiz insan sevgisidir.

Bu yüzden Hz. İmam Ali, Hz. İmam Hasan, İmam Hüseyin ve sayısız Allah dostları şehit edilmişlerdir. Bu sebeple Mansur’un başı kesilmiş, bu gerekçeyle Nesimi’nin derisi yüzülmüştür.

Bundan ötürü; binlerce insan kanı akıtılmıştır. Ama, inanan insana ne önem arzeder ki! Ölüm sevgili ise, ona dönmek, ona gitmek, onunla bütünleşmek, Mevlana’nın da dediği gibi ona ulaşmak “Şeb-i Arus” yani, düğün ve bayram ise sevgiliden kim korkar ki? Korku cahil ve cühelanın işidir.

Ölüm korku değildir. İnancını ve fikirlerini savunup sonunda da insan ölecekse, o ölüm Tanrı ile bütünleşmektir. İnsan bütününden, tamlığından korkar mı? Korkmamışlar ve canları pahasına, yanan ışığı günümüze söndürmeden taşımışlardır.

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber,

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber.

Alevilik, İslam’ın doğru yorumudur dedik. Niçin, doğru yorumdur? Çünkü, İslam son dindir, artık başka din gelmeyeceğine göre, o din tüm alemi kucaklamalıdır. Tüm insanlığı kucaklamalıdır. Rengi, ırkı, şekli ne olursa olsun ayırmadan kucaklamalıdır.

Çünkü, Tanrı, “Rabbül Alemin”dir. Yani “Alemlerin Rabbi”dir. Onun son peygamber olarak gönderdiği Hz. Muhammed Mustafa da “Alemlerin rahmeti”dir.

Bu mesaj tüm insanlığadır.Yalnız, Arap’a, Türk’e, Laz’a, Çerkez’e değil, tüm insanlığadır.

“Allah’ın indinde din İslam’dır.” (Ali İmran,19)

İslam nedir? Allah’ın birliğine inanıp iman etmek ve teslim olmaktır. Hz. Muhammed’in getirdiği din yeni bir din değil, Allah’ın birliğini tanıyan semavi dinlerin tamamlayıcısıdır.

Kur’an buyurur ki: “Kim İslamiyet den başka bir dine yönelirse, asla kabul edilmeyecektir, onlar hüsrana uğrayacaklardır.”(Ali İmran,85)

Bu ne demektir? Allah’ın birliğini tanımayan, puta ve heykellere tapan ve Allah’a eş koşanlar hüsrana uğrayacaklardır, diyor. Allah’ın birliğini tanıyanlara verilen bir mesaj yoktur. Çünkü onlar Allah’ın dini ve emri içindedirler.

Öyleyse Tanrı herkesin tanrısıdır. Bizlere düşen de Kur’an’ı tüm alemi kucaklayacak şekilde yorumlayıp, yaşamalıyız.. Çünkü Kur’an, son Tanrı mesajıdır. Hz. Muhammed son peygamberdir. Başka peygamber gelmeyecek, başka Kur’an olmayacağına, ademe yollandığına göre, her kesin Kutsal kelamıdır. Herkesi kucaklamayacak şekilde yapılan yorumların tümü yanlıştır.

İşte Türk kavimlerinin özelliği, bunu keşfetmiş olmalarıdır.

Bilmek istersen sen seni

Can içinde ara anı

Geç candan bul onu

Sen seni bil, sen seni.

(Hacı Bayram)

Bu da neyi zorunlu kılıyor? Aklı. Yani tüm yaratılmışlardan farklılığımız olan insan aklını.

Kur’an da bunun altını çizmektedir.

Hz. Peygamberimiz de buyurur ki: “Kişinin dini aklıdır, aklı olmayanın dini yoktur.”

Akılla Tanrı bulunup, bilineceğine göre, bütün bu birleştiricilik ne ile sağlanacaktır? Sevgi ve insanın bir Tanrı zerresi oluşuyla sağlanacaktır.

Herkes de Tanrıdan bir parça ise, kimsenin kimseye bir üstünlüğü yoktur.

Şu beyaz ırktandır, şu sarı ırktandır, şu kara ırktandır, şu Kızıl deri ırkındandır. Hayır, insan ayrımı asla yoktur. Herkes Tanrı’nın kuludur. Onun zerresinden oluşmuştur. Onun yeryüzünde ki halifesidir.

Alevilere göre üç tür kitap vardır:

1-Kitab-ı tekvin: Kâinat- Âlem.

2-Kitab-ı tenzil: Kelâmullah (Allah kitabı)

3-Kitab-ı Natık: İnsan-ı Kamil.

Evet, Kitab-ı Natık; insan-ı kâmildir. İnsan-ı Kâmil de, on sekiz bin âlemdir.

Yani:“Ete kemiğe büründüm, Yunus gibi göründüm.” Demenin adıdır. Bu da Kur’an’ın özü ve asıl verilmek istenen mesajıdır. Bu mesajda her şey saklıdır.

Sevap istersen öldür yalanı

Cennet istersen incitme canı.

(Selman Cemali baba)

İşte farklılık ve doğruluk derken bunu kastetmekteyiz. Yunus’un gözüyle tüm âleme bakarsan yorum doğru olacaktır. Bu görüş, Hz. Muhammed’in Hz. İmam Ali’nin ve Şah Ahmet Yesevi’ den gelmiştir. Onun için Asya kavimlerinde o yırtıcı, vahşi, barbar sanılanlar aslında en uygar, en hümanist, en insancıl, insanlığı en fazla kucaklayanlardır.

Gönül yap hatırın hoş tut; sakın incitme bir canı

Ki her kim her kime her ne eder; kendi bulur onu

Dilin hıfz eyle, halkın ayıbını örtüp, iyiliğin söyle

Güzel söz söyle halka yüzde, gaybet de sena eyle.

(İbrahim Hakkı)

Alevilik işte buradan geliyor. Yani özünü insan sevgisinde bulan, Tanrı’nın insanda tecelli ettiğine, Tanrı’nın zerresinden oluştuğuna inanan, onun için de insanın ölümsüzlüğüne inanan, inanç biçimine Alevilik denir.

ETE KEMİĞE BÜRÜNMEK VE İNSAN GÖRÜNMEK

“İslam’ın değişik hükümlerle, değişik kavimlerde Hz. Muhammed’in özellikle Hakk’a yürümesinden sonra, farklı bir biçimde yorumlanması kaçınılmazdı. Çünkü Kuran-ı Kerim Tanrı kelamıdır. Tanrı’nın kendi sesidir. Ama bu sesi, bu söylenen mesajı, cümleyi herkes kendi aklınca, kendi kapasitesince algılar. Bunu algılarken de o akla algılama biçimini ve kapasitesini veren, içinde yaşadığı toplumun koşullarıdır. O kişinin örfleri, o kişinin teamülleri, o kişinin yapısı ve bu yapının algılamada ki rolünü inkâr etmek, göz ardı etmek mümkün değildir.

Mümkün olamadığı için de Arap kavimlerinin kendi içlerinde dahi Kuran-ı farklı yorumlamaları ne kadar olağansa, o coğrafyadan uzaklaştıkça, yani Kuran’ın indiği bölgenin dışına çıkıldıkça Maveraünnehir’e geldikçe, İran’a doğru gidildikçe, Anadolu’ya gelindiğinde, farklı yorumlara tabi olması da kaçınılmazdı ve de böyle olmuştur. Özellikle yüzyılı aşan bir süre geçtikten sonra,

Maveraünnehir’deki kavimlerin Kuran-ı Kerim’i kabul etmeleri, İslam olmayı kabul etmeleri, yine bu Tanrı mesajını temel veriden hareketle; yani her insanın algılama kapasitesini oluşturan beyinsel yapısını oluşturan, onun yorum kapasitesini oluşturan, örfü adeti geleneği, teamülü çerçevesinde Kuran-ı Kerim’i algılaması kaçınılmazdı ve öylede oldu. O tarihte Maveraünnehir de saz vardı, bugünde var. Semah vardı, bugünde var.

O semahlarla, sazlarla Kuran-ı Kerim’i aynı kavimlere intikal ettirmeleri gayet doğaldır. Daha doğru algılamaları ve yorumları da doğaldı. Çünkü Hz. Muhammed’in peygamber olmasına rağmen, Arap Yarımadası’nda bulunduğu coğrafya ve halk içerisinde Kur’an mesajlarını verirken, o halkın kendi örflerinden sıyrılarak, Tanrı mesajını Tanrı’nın istediği şekilde algılaması şansları çok daha zayıftır.

Çünkü örf, ilk günlerde çok daha güçlüdür. Mesajın örfün üstüne çıkarak yeni alışkanlıklar getirmesi, son derece zordur. Örnek olarak kadını verebiliriz. Kadın, bir hiç olarak kabul edilirken, bir meta bile kabul edilmezken, orta malı sayılırken, hayır tek eşli evlilik olmalı ya da kadın erkekle aynı yerde, aynı değerde olur dediği zaman, İslamiyet’in orada yaşama şansı olamazdı. Ancak halkın içine sindirebileceği, kabul edebileceği bir noktaya kadar yaklaşımı benimsetebilir ki aynen böyle de olmuştur. Arap kavimlerinin evliliği dört kadına indirgemiş olması, o günün şartlarında olağanüstü büyük bir değişim olarak görülmelidir. Hz. Muhammed, ihtilalcidir, her peygamber gibi yeni şeyler getiriyor, temel esaslar getiriyor. İslam’a göre Kadın, bir meta bile değildir. Bir bez parçasının bile değeri vardır; ancak o günün arap cahiliyesin de kadının değeri yoktu. Çünkü istendiğinde kolayca boşanılıp sokağa bırakılabiliyordu.

Arap anlayışına göre kadının, hiçbir değeri yoktur. Eşyadan veya kendince önemli bir şeyden vazgeçmiyor; ama kadından vazgeçebiliyor. Böyle bir ortamda Hz. Peygamber’in dört kadınla evliliği sınır olarak koyması ve kadına bir statü kazandırması, büyük bir ihtilaldir. İhtilaldir; ama Kuran’ın asıl mesajı omu dur ? Kadınla ilgili kadın hür bir insan konumundadır. Yoksa Maveraünnehir’deki insanların, yani yüzlerce kilometre Arap Yarımadası’ndan uzaklaştıktan sonra, yeni kavramlarla yaşayan başka bir toplum modeline sahip olan bir toplumda, Kur’an mesajı daha mı doğru algılanıyor? Elbette bu İkinci yorum doğrudur. Daha doğru algılanıyor. Çünkü ne demek istiyor, Tanrı bu mesajında dendiğinde, onun o mesajı daha doğru yorumlama şansı daha fazladır. Bu da kavimlerin kendi yapılarından kaynaklanıyor. Çünkü kadın orada bir hatundur. Hakan vardır; ama yanında hatunda vardır. Öyle, paçavra gibi değildir. Kadınla ilgili Kuran’da ki hükmün oradaki yorumuyla, Arabistan’daki kadın yorumu birbirinden farklıdır. İşte, Alevilik burada vardır.

Hz. Ali’nin yorumu, Hz. Muhammed soyunun Kur’an yorumu daha doğrudur. O kadar doğrudur ki, o sülaleden kimseyi yaşatmamaya gayret etmiş siyasi iktidar sahipleri; çünkü işlerine gelmemiş, Kuran-ın mesajını doğru anlamak. Onun içinde çok büyük çoğunluğunu şehit etmişler. Kaçabilenler, Maveraüünehir’e, yahut Kuzey Afrika’ya başka ülkelere sığınmışlardır. Maveraünnehir’de yaşama şansını bulmuşlar, Hz. Muhammed’in soyundan gelenler. Arabistan’da kalmadığını söylersek, mübalağa etmiş olmayız. Çünkü siyasi iktidarların işine gelmemiştir. Onlar, doğru bildiklerinden ve Kuran’dan ayrılmamaya karalı ve bu uğurda hayatlarını vermeye hazır oldukları için, hepsi de şehit edilmişlerdir.. Kaçabilenler Maveraünnehir’e gelebilenlerdir. İşte dedeler dediğimiz olayda buradan kaynaklanıyor.

Yani Maveraünnehir’e gelip, orada Türkler, Türk kavimleri arasında yaşama şansı bulan İmam Zeynel Abidin Kerbela’da tek sağ kurtulandır. Bebeği gelip götürenler Türkmenlerdir. Türkmenistan’dan gelenlerdir. Orada büyütüyorlar. Hz. Muhammed soyu orada yaşamaya devam ediyor. Göç hareketiyle birlikte de “Dede” ismiyle de kendi kavimleriyle beraber göç edip gelenlerde o insanlardır. Sayıları fazla değildir. Yani bu, Aleviliğin doğuşu; Hz. Peygamber, Hz. Ali’nin Kuran-ı yorumlayışlarını Türk kavimlerince kabul ediliş, uygulama biçimidir. Arap Yarımadası’ndaki Kuran yorumundan farklılığı buradandır.

Neden doğru yorum yapılmıştır? Çünkü İslam, son din olduğu için, bütün insanlığa yollanan bir mesaj var: Tanrı’nın mesajı. Yani yalnız, Arap’a, Türk’e, Laz’a, Çerkez’e değil, tüm insanlara mesaj var. Onun için Rabbülalemin’dir, Kur’an-daki isimi Tanrı’nın. Yani Rabbülmüslimin değildir. Yani Müslümanların Tanrı’sı dememiştir. Tanrı, herkesin Tanrı’sıdır. Kur’anla yolladığı mesaj insanların tümünedir. Kur’an-ı yorumlarken de insanlığın tümünü kucaklayacak şekilde yorumlanmalıdır. Eğer mahalli ya da yöresel bir yoruma sizi itiyorsa, biliniz ki o yorum yanlıştır. O Kur’an’ın doğru yorumu değildir. Yanlış yorumudur. Niye? Çünkü Kur’an’ın ortaya çıkış nedeniyle gelişir. Kur’an son Tanrı mesajıdır. Hz. Muhammed son peygamberdir. Başka peygamber gelmeyeceğine, başka Kur’an olmayacağına, Âdem’e yollandığına göre herkesin Kur’an-ıdır bu. Herkesi kucaklayacak şekilde yapılmayan yorumların tümü, yanlıştır. Türklerin Türk kavimlerinin özelliği, bunu keşfetmiş olmalarıdır. Bu da neyi zorunlu kılıyor? Her şeyden önce akıl verdim diyor, Kur’an-da Tanrı akılla bu yola varacaksın, diyor. Bütün bu birleştiriciliği ne sağlayacaktır? Sevgi ve insanın Tanrının zerresinden oluşu. Herkeste Tanrı varsa, kimsenin kimseye karşı bir üstünlüğü yoktur. Fiziksel, fizyolojik üstünlüğü yok. Herkes O’nun kuludur, O’nun zerresinden oluşmuştur, O’nun halifesidir. İnsandır. O’nun halifesi. “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm”, Kur’an-ın özü budur. Koca bir kitabın böylesi, nefis bir biçimde özetlendiği bir başka beyit her halde yeryüzünde olamaz. Yani Kur’an –ı, Yunus gözüyle bakılarsa, doğru yorumlanır. Alevilik, işte buradan geliyor. Yani özünü insan sevgisinde bulan, Tanrı’nın insanda tecelli ettiğini, Tanrı’nın zerresinden oluştuğuna inan onu içinde insanın ölümsüzleştiğine inanan, inanç biçimle Alevilik denir.

 

ALEVİLİĞİN TEMEL KURALLARI

 

1- Tevhid: Allah’ı tanımaktır. Tektir. Evreni o yaratmıştır. Her şey ona muhtaçtır. Rahim ve Rahman olan odur. Esirgeyen bağışlayan da odur. Ondan öncesi ve sonrası yoktur.

Sevmek için evreni, sevilmek için insanları yaratmıştır. Tevhid hakkında Kur’an da pek çok ayet vardır.

2- Adalet : Allah’ın koyduğu yasanın adıdır. Tanrı’da koyduğu bu yasaya kendiside uymuştur. SIRATEL MÜSTAKİM denilen yolda TANRI ile İNSAN buluşmuştur. Aynı yolun yolcusu olmuşlardır. Eylemlerinde adaletli olmayan insan İslam olamaz. Teslim olmaktır. İlahi yasaları koruyan odur.

Ali İmran 108

“Allah alemlere zulüm istemez.”

Yunus 44

“Allah insanlara hiç zulüm etmez, fakat insanlar kendilerine zulmeder.”

3- Nübüvvet: Peygamberliktir. Peygamberliğe ve Hz. Muhammed’in sonunculuğuna inanmaktır. Ondan önceki peygamberlere ve kitapların ilahi olduğuna inanmaktır. Kur’an Hz. Muhammed (SAV) inmiş Tanrı buyruğudur. Son ilahi kitaptır. Bu inanç Nübüvettin temelidir.

Bakara 285

“Peygamber ve müminler, Tanrı’dan kendilerine indirilen Kur-an’a iman ettiler. Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. Peygamberlerin hiç birisini, birisinden ayırt etmeyiz. Duyduk ve itaat ettik.

4- İmamet: Nübüvetle (Peygamberlik) gelen Allah emirlerinin, peygamberin Hakka yürümesinden sonra devam ettiren makamdır. Tanrı ilahi emirlerini elçileri ile insanlığa bildirir. Bu emirlerin sürekliliğini sağlamak için imamlık meydana gelmiş. Bu ilahi yasalar peygambere uyan imamlar tarafından uygulanmıştır.

Enbiya 107;

“Ey Muhammed! Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.”

Peygamberden sonra imamların ve olardan sonrada bu kutsal makamın devamını onların soyundan gelen seyitler yerine getirmiştir.

Enbiya 73

“Onları emrimizle doğru yol gösteren imamlar yaptık.”

Furkan 74

“Ve bizi takva sahiplerine imam yap derler.”

Bakara 124

“Zalimler benim imametime nail olamaz.”

5- Mead: Sonuç anlamındadır.

Ölümden sonraki sonuç yaşayan insan tabliki yaptıklarından sorumlu tutulacaktır. Kötülüğünün ve iyiliğinin karşılığını görecektir.

Ölümden sonra yargılama yapılacaktır. Kazandığı amelle sorgu sual edilecektir.

Kıyamet 1

“Yemin ederim kıyamet gününe.”

Bakara 28

“Allah’ı nasıl inkar ediyorsunuz ki siz, ölü idiniz. O sizi diriltti. Yine dönüş ona olacaktır.”

Ali İmran 25

“Onları geleceğinden şüphe olmayan kıyamet gününde topladığımızda, herkese dünyada yaptıklarının karşılığı verilecektir. Kimseye zulmedilmeyecektir. Dünyada kazandıkları kendisine tamamen ödendikten sonra, o vakit halleri hasıl olacak.

Kaynağı Kur-an olan bu beş koşula İslam’ın temeli (usuli din) oluşturur. Bu koşullara inanamsı ve kabul etmesi gerekir. Allah-Muhammed-Ali üçlemesinin makam ve varlık olduğu görülür. Birisinin (adalet) yasa, mead’in ise yasanın uygulanması sonucunda meydana gelen eylemler için verilen karar.

Makam ve varlık olarak görülen bu 3 koşul Tevhit, Nübüvvet, İmamet’tir.

Tevhid, Allah’tır. Nübüvvet, Hz. Muhammed’dir. İmamet ise imamların atası olan Hz. Ali’dir.

Bu üç koşula uymamızı gerektiren ayet

Maide 55

“Sizin (uymanız gereken) veliniz Allah2tır. Peygamberidir ve rükuda iken zekat verendir.”

Tevhidi, Nübüvveti, imameti temsil eden bu üç ismi birlikte anmak Tasavvufun temel felsefesidir. Bu üç kutsal varlığa inanmak ibadettir. Sevgidir. Sevmenin en yücesidir. İnsanı kurtaracakta bu sevgidir. Alevilikte inancın özü sevgidir. Sevgisiz inanç makbul değildir. Kurtuluş bu üç varlığa riyasız bağlanmaktır.

 

Kaynak: Haydar Kaya

 

Designed by Bay Ads